Etin Cinsel Politikası

page.titleEtin Cinsel Politikası

Birinci kısım: Etin Ataerkil Metinleri

Bölüm 1

s:88. Et kraldır; eti tanımlayan bu sözcük, erkek gücünü simgeleyen bir sözcüktür. Et yiyenlerin et dışındaki her yiyecek için genellikle kullandığı bir terim olan sebze, aynı etin erkekle özdeşleştirilmesi gibi, kadınla özdeşleştirilmiş ve bilinçaltı düzeyinde kadının toplayıcı olduğu zamanı canlandırmıştır. Erkek egemen et yiyici dünyada, kadının ikincil konuma itildiği andan itibaren yiyeceğimiz de ikincil hale gelmiştir. 2. sınıf yurttaşlarla ilişkilendirilen gıdalar 2. sınıf protein olarak görülmeye başlanmıştır. Nasıl bir kadının yalnız başına yapamayacağı düşünülürse, sebzelerin de yalnız başlarına bir öğün etmeyeceğini düşünürüz. Halbuki gerçekte et yalnızca ikinci el sebzedir ve ortalama bir sebze, etin sağlayacağı vitamin ve minerallerin iki katından fazlasını sağlar. Et kuvvetli ve eşsiz bir yiyecek maddesi olarak betimlenmektedir. Mesaj açıktır; kul olan sebze, kendisine tahsis edilen konumdan memnun olmalı ve asla kral olan eti tahtından etmeye kalkışmamalıdır. Sonuçta kadınlar kral olamazken, kadınların yiyeceklerini tahta oturtmak kimin haddinedir? s:92. erkeğin avcı ve et dağıtıcısı rolünün, etin yiyicisi rolüne dönüşmesini gözlemleyebilir ve bunun, etin erkek egemenliğinin bir simgesi olduğu anlamına geldiği sonucuna varabiliriz. s:94. Ünlü antropolog Mary Douglas, Deciphering a Meal adlı makalesinde, yiyecekleri servis ettiğimiz sıranın ve bir öğünde olmazsa olmaz saydığımız yiyeceklerin, geniş anlamda kültürümüze ayna tutan ve onu pekiştiren bir sınıflandırmayı yansıttığını öne sürer. Bir öğün, tüm yemeklerin bütünün bir parçasını oluşturduğu ve hepsinde ayrı ayrı değerler atfedilen bir karışımdır. Buna ek olarak, yemekler titiz bir sırayla sunulur. Bir öğün ne tatlıyla başlar ne de çorbayla biter. Hepsi ana yemeğe ulaşmak için çıkılan bir yokuş ve sonrasında zirveden aşağı bir iniş olarak görülür. Bu ana yemek de ettir, Bu düzen istikrarın kanıtıdır. Douglas’ın açıklamasına göre, “Öğün olarak düzenlenen bu sistem, onunla bağlantılı olan bütün diğer düzenlenmiş sistemleri temsil eder… Eti yerinden çıkarmak, geniş ataerkil kültürün yapısını tehdit etmek demektir.

Bölüm 2

S:99. hayvanlarla etkileşime geçmemizin en sık yaşanan biçimi et yemek olduğu için bu bölümde hayvanların kesilmesinin kültürel tasvirlerine özel ilgi gösterilecek. Hayvanların kesimi, et yenilmesini mümkün kılan eylemin ta kendisidir. Kesim, hayvanların yaşama arzusundan entelektüel ve duygusal kopuşumuzu ilan ederken, onların kelimenin tam anlamıyla parçalarına ayrılmalarını yasalaştırır. Bir paradigma olarak kesim, aynı zamanda, neden bu kadar çok sayıda birbiriyle örtüşen kültürel inme olduğunu anlamak için bir kapı aralar. Hayvanlar, kesim aracılığıyla kayıp göndergelere dönüşür. Hayvanların varoluşu ete indirgendikçe isimleri ve cisimleri ortadan kaybolur. s:100. Hayvanların hayatları etin varlığından önce gelir ve onu mümkün kılar. Hayvanlar halen hayattayken et olamaz. Dolayısıyla ölü bir beden, canlı hayvanın yerine geçer. Hayvanlar olmasaydı et yemek diye bir şey olmazdı. Yine de et yeme eyleminde hayvan yoktur; çünkü yiyeceğe dönüştürülmüşlerdir. Hayvanlar, tüketiciler onların ölü bedenlerini yemeden önce dil tarafından yok edilir. Kültürümüz gastronomik bir dille et kelimesini daha da anlaşılmaz hale getirir. Böylece et dendiğinde aklımıza kesilmiş, öldürülmüş hayvanlar değil mutfak gelir… Etin ve et yemenin kütlürel anlamları tarihsel olarak kayarken, etin anlamının mühim bir kısmı sabittir: Bir hayvan ölmeksizin kimse et yiyemez. Yaşayan hayvan da böylece et kavramı içerisinde kayıp bir göndergeye tekabül eder. Kayıp gönderge, hem hayvanın bağımsız bir varlık olarak varlığını unutmamıza imkan verir, hem de hayvanları görünür kılma çabalarına direnmemizi mümkün kılar. S:101. kayıp gönderge metafora dönüşürken, anlamı, hak ettiğinden ya da açığa çıkardığından daha yüksek veya daha imgesel bir işleve çekilir. Bunun bir örneğini tecavüz mağdurlarının şu sözlerinde görebiliriz: kendimi bir et parçası gibi hissettim. Bu örnekte etin anlamı, kendisine değil, erkek şiddeti tarafından mağdur edilen bir kadının hissiyatına işaret eder. Kayıp gönderge olarak işlev gören etin anlamı, onu metafordan çekip çıkardığımızda apaçık ortaya çıkar. Hiç kimse gerçekten bir et parçası gibi hissedemez. Teresa de laurites’in yorumuna göre: kimse kendisini gerçekten atıl bir cisim ya da algılamaya bir beden olarak göremez. ve birisi gerçekten bir et parçası gibi hissedemez;

kadınlar ve hayvanlar: örtüşen ama kayıp olan göndergeler

S:102: Bu .bölüm, örtüşen ama kayıp olan göndergeler sisteminin, kadına yönelik şiddetle hayvana yönelik şiddeti birbiriyle ilişkili hale getirdiği önermesini savunur. Ataerkil değerler kayıp gönderge sistemi aracılığıyla kurumsallaşır. Etten bahsederken kullandığımız dilde cesetlerin olmaması gibi, kültürel şiddetin açıklamalarında da çoğunlukla kadınlar kayıp göndergedir. Bilhassa tecavüz öyle etkili bir imgeleme sahiptir ki bu ifade kadınların gerçek deneyimlerinden başka şiddetli tahribatlara da mecazi olarak uygulanır. … Cinsel şiddetin dili mecazi anlamda kullanıldığında, bizzat bedenlerine tecavüz edilen kadınlar kayıp göndergeler haline gelir. Bu terimler, kadınları değil anca onların deneyimlerini akla getirir. … tecavüzün kadınlar için hayvanlar için olandan farklı bir toplumsal bağlamı vardır. Kesim de aynı şekilde hayvanlar için böyledir. Yine de diğerleri gibi feministler de kesim metaforunu (bu metaforun kaynaklandığı ve etkili bir metafor olmasını sağlayan) hayvanlara çektirilen cefayı görmezden gelerek kullanır. Batı kültürü daima, kayıp göndergenin işlevini kullanarak, maddi bir gerçeklik olan şiddeti kontrol altında tutulan ve denetlenebilir metaforlar haline getirir. Münferit şiddet biçimleri gibi gözüken cinsel şiddet ve et yemek, kayıp göndergede bir kesişim noktası bulur. Cinsel şiddetin kendisi ve kültürel imgeleri, genellikle hayvanların nasıl kesilip yenildiğiyle ilgili zihnimizdeki bilgilere dayanır. … Benzer bir şekilde hayvan kesimi imgelerinin altında yatan erotik anlamlar, burada da kadınların kayıp gönderge olduğu fikrini verir. Eğer hayvanlar kadınların kesimi ifadesinde kayıp gönderge ise, kadınlar da hayvanlara tecavüz edilmesi ifadesinde kayıp göndergedir.

cinsel şiddet ve et yeme

S:106. bu bölümün öncelikli kaygısı olan iç içe geçmiş baskılar meselesini, cinsel şiddet ile et yemeyi ve onların kayıp göndergedeki kesişim noktasını yeniden bir araya getirmek için erken şiddeti vakalarını dikkate almak yol gösterici olabilir. Dayakçılar, tecavüzcüler, seri katiller ve çocuk istismarcıları hep hayvanları da hedef almıştır… Hayvan cinayetlerinde, tehdit edilen kadınlar ve çocuklar kayıp göndergedir. sembolik düzen içerisindeki bölümlere ayrılmış gönderge, artık kendisini değil başka bir şeyi anımsatır S:107. yine de kayıp gönderge, tam da kayıp olması sebebiyle, genellikle baskı altındaki gruplar arasındaki bağlantıyı deneyimlememize engel olur. Kesimin ve cinsel şiddetin kültürel imgeleri o kadar içiçe geçmiştir ki radikal feminist söylemde hayvanlar kayıp gönderge rolü oynar … kesim imgelemine olan bu bağımlılığa rağmen, radikal feminist söylem hayvanların uğradığı gerçek anlamdaki baskıyı ataerkil kültür analizimize entegre etmekte veya feminizm ve vejetaryenlik arasındaki gizli tarihsel akrabalığı tanımakta başarısız olmuştur.

nesneleştirme, bölümlere ayırma ve tüketme döngüsü

S:109. ihtiyacımız olan şey, kadınların ve hayvanların maruz kaldığı tahakkümün birliği ile metafor ve kayıp gönderge etrafında dönen sorunların paralel yolunun izini sürecek bir teoridir. Benim önerim kültürümüzdeki kesimi ve cinsel şiddeti bağlantılarından bir nesneleştirme, bölümlere ayırma ve tüketme döngüsüdür. Nesneleştirme bir ezenin başka bir varlığı nesneye indirgemesini mümkün kılar. Ardından ezen, bu varlığı ona nesne muamelesi yaparak istismar eder. … bu süreç, bölümlere ya da şiddetle parçalara ayırmayı ve nihayet tüketmeyi içerir. Erkeklerin kadınları gerçek anlamıyla yediği olaylarla pek sık karşılaşılmıyor olsak da hepimiz kadınların görsel imgelerini devamlı tüketiriz. Tüketim baskının doyum noktası, iradenin ve bağımsız kimliğin imhasıdır. Dilde de aynen böyledir: bir özne ilk olarak metafor aracılığıyla görülür ve nesneleştirilir. Bölümlere ayırma aracılığıyla nesne ontolojik anlamından koparılır. Sonunda tüketildiğinde yalnızca temsil ettiği şey üzerinden var olur. Göndergenin tüketilmesi, kendi başına önemli bir özne oluşunun imhasını sağlamlaştırır. …Yaşayan hayvanları şiddet uygulayarak ölü ve tüketilebilir nesnelere dönüştürme, et yemenin gönderge noktasının değiştiği kavramsal bir sürecin sembolüdür. … Fiziksel olarak bir hayvanı kesme süreci, sözlü aşamada, nesneleştirme ve bölümlere ayırma kelimeleri aracılığıyla bir kez daha tekrarlanır. … Bir hayvan demontaj hattı üzerinde ilerler ve her durakta bedeninin bir parçasını yitirir. Bu bölümlere ayırma yalnızca hayvanı parçalamakla kalmaz, bizim hayvanları kavramsallaştırışımızı da değiştirir. Böylece … kuzu tanımı Mary’nin küçük dostu ile değil; kaburga, fileto, baldır ve but olarak bölünmüş yenilebilir bir beden ile resmedilmiştir. Kesimden sonra birbirinden ayrılan beden parçaları genellikle, bunların bir zamanlar canlı hayvanlar oldukları gerçeğini gizlemek için, yeniden adlandırılır. Ölümden sonra inekler biftek, külbastı, hamburger; domuzlar pastırma ve sosis olur.

mecazen et tüketmek

S:111. öldürülmüş, kanayan, kesilen bir hayvandan ibaret olan gönderge noktası olmaksızın et boşlukta süzülen bir imgedir. Et anlamın bir aracı olarak görünür, tabiatı gereği anlamlı görünmez; gönderge olan hayvan tüketilmiştir. … Asıl göndergesi kayıp olduğu için, bir metafor olarak et bir çok konuya kolayca uyum sağlayabilir. Hayvanlar kayıp göndergelere, kaderleri de başka birinin kaderini ya da varlığını anlatan metaforlara dönüştürülmüştür. Mecazen, özgün anlamının altı oyularak farklı bir anlam hiyerarşinin içine çekilen her şey kayıp gönderge olabilir. Bu örnekte hayvanların kaderi insan merkezli bir hiyerarşinin içine çekilmiştir. Tecavüz mağdurlarının ve dayak yiyen kadınların özelinde, hayvanların ölüm tecrübesi, kadınların yaşarken deneyimlediklerini resmetme işlevi görür.

Bölümlere ayrılmanın atlanması

S:113. … Zihinlerimiz nesneleştirilen varlıktan tüketilebilir besine yönelir. Bölümlere ayırma eylemi, öldürme ve bölme atlanır, es geçilir. Ataerkil kültür de gerçek kesimi aynı bu şekilde sessizlikle kuşatır. Mezbahalar coğrafi olarak uzak yerlerdedir. Orada vuku bulan şeyler dışarıya sızmaz. Bunları ne görür ne de duyarız.n… Bölümlere ayrılmadan haberimiz olsun istemeyiz çünkü o, tam da canlı göndergenin yok olduğu süreçtir. S:115. alet aracılığıyla uygulanan şiddet olmaksızın insanlar et yiyemez. … George Orwell’in hayvan çiftliği romanında, hayvanların insan iktidarını devirdikten sonra ilk işleri kendilerine karşı kullanılan bu aletleri yok etmek olmuştur.

Parça #2: Mezbaha

Upton Sinclair’in the jungle kitabının açılış sayfalarında bilinç düzeyi yükselen işçi Jurgis bir mezbahayı ziyaret eder. Bir rehber kendisine mekânı gezdirir ve Jurgis şöyle hisseder: Sanki bir zindanda korkunç bir suç işlenmiş, ne gören ne de aldıran olmuş, gözün görmeyeceği ve hafızanın almayacağı bir yere gömülmüş. … Jurgis sonunda bir domuzun kendisiyle eşdeğer olduğunu farkeder: fabrikatörün domuzlarından biri… Domuzdan istedikleri ondan elde edilmesi mümkün olan kârın tamamıdır. İşçilerden de istedikleri ve hatta halen istedikleri de tamamen budur. Domuzun bu konuda ne düşündüğü ve neler çektiği hesaba katılmaz; emekçilerin ve eti satın alanların vaziyeti de bundan farklı değildir. …Sinclair’in romanından sonra insanlar domuzları düşünmeden edemedi. Gönderge -üç yüz sayfadan uzun bir kitabın içinde kesimi anlatan birkaç sayfalık başlangıç kısmı- metafoun hakkından gelmişti. Et üretimiyle ilgili öğrendiklerinden dolayı dehşete düşen insanlar yeni yasalar için yaygara koparttılar… Kesim The jungle‘daki işçinin kaderi için kullanılan bir metafor olarak sınıfta kaldı çünkü roman hayvanların nasıl şiddetle öldürüldüğüyle ilgili fazlaca bilgi içeriyordu. Kayıp göndergeyi görünür hale getirmek (ki bu hayvanın nasıl öldüğünü, nasıl tepindiğini, çığlık attığını ve parçalandığını bütün açıklığıyla anlatmaktır.) tüketimi imkansız hale getirir ve metaforun gücünü ortadan kaldırır.

parça #3 bir model olarak demontaj hattı

işçinin kapitalizm tarafından insanlıktan çıkarılması için mezbaha mecazının kullanılması tercihi, tarihsel bir gerçekliğin yansımasıdır. Montaj hatlarındaki işbölümü fikri, Henry Ford’un Şikago’daki mezbahaların demontaj hatlarını ziyaret etmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Ford montaj hattı fikrini hayvan kesiminin parçalara bölünmüş aktivitelerinden almıştır. … Ford sürecin neticesini tersine çevirmiş olsa da (yani montaj hattında, kesim sürecindeki parçalara ayırmanın aksine bir ürün yaratılıyor olsa da) aynı zamanda bireyin çalışması ve üretkenliğinin büyük ölçüde bölümlere ayrılmasına sebep oldu. İnsan bedeninin parçalarına ayrılmasının modern kapitalizmin kurgusu olmasından çok, modern kapitalizm bölümlere ve parçalara ayırma üzerine inşa edilmiş bir kurgudur. Mezbahanın demontaj hattında vuku bulması şart olan en temel şeylerden biri, hayvana yaşayan, soluk alan bir varlık gibi değil, atıl bir nesneymiş gibi davranılması gerekliliğidir. Benzer olarak montaj hattında çalışan işçiye de atıl, düşünmeyen bir nesne gibi davranılır ve işçinin yaratıcı, bedensel, duygusal ihtiyaçları görmezden gelinir. … Montaj hattı takdiminden sonra çok sayıda çalışanı Ford’u terk etti. Braverman’ın gözlemine göre: montaj hattına verilen bu ilk tepkide, işçinin bu yeni iş tipine duyduğu doğal tiksintiyi görürüz. Ford, üretken olma hissinden yoksun bir üretkenlik takdim ederek, iş kavramının anlamını parçalara ayırdı. Geç kapitalizmde insan bedeninin bölümlerine ayrılması, parçanın bütünü temsil etmesinin de önünü açar. Mezbaha modelinin montaj hattında çalışan işçilere de uygulandığı çok belirgin olmadığı için, bütün varlıklar olarak, ataerkil kültürdeki kayıp gönderge sisteminin etkisini kendilerinin de tecrübe ettiğini fark edemezler.

parça #4: Hayvanlara tecavüz edilmesi

S:121. Kadınlar tecavüze uğradıktan sonra bir et parçası gibi hissettiklerini söylediklerinde, birinin iradesi dışında içine girilmesi ile yenmesi arasında bir bağlantı olduğunu mu söylüyorlar? … bir delik olmayla bir et parçası olmayı, içine girilmesi ile yenmeyi birbirine bağlayan nedir? Tecavüze uğramak/ırzına geçilmek/içine girilmek her ne olursa olsun yenmeye benzemez. Madem öyle insanlara neden böyle hissettirir? … Çünkü eğer bir et parçası iseniz bıçağa, alet yordamıyla uygulanan şiddete maruz kalırsınız. Tecavüz de ihlal aletinin penis olduğu bu tür bir şiddettir. … Buna ek olarak … nasıl mezbaha, hayvanlara ve işçilere atıl, düşünmeyen, hissetmeyen nesneler gibi davranıyorsa kadınlar da tecavüz esnasında aynı şekilde atıl nesneler muamelesi görür, duyguları ya da ihtiyaçları önemsenmez. Sonuç olarak et parçaları gibi hissederler. Buna paralel olarak, hayvanların iradeleri dışında döllenmesini mümkün kılan tecavüz askıları vardır. Bir et parçası gibi hissetmek, birisinin hayattayken ve hisseden bir varlıkken (ya da bir zamanlar öyleyken) atıl bir nesne gibi muamele görmesidir.

parça #6: Kadınların Kesimi

snuff filmler, kullanılan alet olarak hançeri, kadın kurbanı, beğenin kötüye kullanılmasını ve kadın bedeninin parçalarının fetişleştirilmesini; yani gerekli bütün bileşenleri içererek mecazi cinsel kesimin ideal şeklini oluşturur S:133. … Bu feministler, bizi kadınların ve hayvanların maruz kaldıkları baskıların kesiştiği noktaya getirir ve sonra bir anda 180° döner. Kayıp göndergenin işlevini yalnızca kadınların sorunlarını ileri sürmek için kullanırlar; hayvanların değil. Böylece ataerkil yapıyı yansıtırlar. … Radikal feminist teori … kayıp göndergenin işleyişinde temsil edilen kadın/hayvan arasındaki kültür alışverişini kesip açar ama sonrasında yalnızca kadına hitap eder ve bu yüzden değiştirmek istedikleri yapının bir parçası olan kayıp göndergeye teslim olurlar. … bizim amacımız maddeyi ruhtan ayıran şiddete direnmek, kayıp göndergeleri üreten yapıyı oradan kaldırmaktır.

Bölüm 3

Maskelenmiş şiddet susturulmuş sesler

S:136. Bütün etli öğünlerin ardında bir yokluk vardır; yerini etin aldığı hayvanın ölümünün yokluğu. “Et” sözcüğü ile ölüm gerçekliği yok olur. Bu yüzden vejetaryenler hayvanların yenmesi ile ilgili kaygılarını ifade ederken dil meselesini görmezden gelemezler.

Maske olarak dil

Dilimiz yalnızca erkekmerkezci değil aynı zamanda insanmerkezcidir …“hayvan” kelimesini sanki insanlara da işaret etmiyormuş, sanki biz de hayvan değilmişiz gibi kullanırız. “Hayvan” kelimesi kullanıldığında hakaret olarak ima edilen her şey, insan olan hayvanlar ile insan olmayan hayvanlar arasında oluşturulan ayrımı devam ettirir. Dilimizi biyolojik benzerliklerimizi kabullenmekten kaçınmak için bu şekilde inşa etmiş durumdayız.

Ayakkabılarımızdaki deriden, yüzümüzü yıkamak için kullandığımız sabuna, yorganımızdaki kuş tüyünden yediğimiz ete ve tükettiğimiz süt ürünlerine kadar bütün dünyamız diğer hayvanların ölümüne bağımlılık üzerine kurulmuştur. …Kültürümüz genellikle hayvan ezilmisligini kabul eder ve insanların yararı uğuruna hayvanların sömürülmesinde ahlaki veya politik bir sıkıntı görmez. Bu yüzden dilimiz de bu kabulü aktarmaya uygun biçimde inşa edilmiştir. Hayvanların maruz kaldığı sömürüyü en az iki seviyede kurumsallaştıran bir kültürde yaşıyoruz: 1) mezbahalar, et pazarları, hayvanat bahçeleri, laboratuarlar, sirkler gibi resmi yapılar; 2) kullandığımız dil. Ceset yemek değil de et yemek diyor oluşumuz hakim kültürün bu eylemi onaylamasını dilimizin nasıl aksettirdiğine temel bir örnektir. …Hayvanlar kayıp göndergeler haline getirdikleri için kimse et yerken şu an bir hayvanla etkileşimi halindeyim diye düşünmez. et yememimizi hayvanlar ile ilişkilenmek olarak görmeyiz zira bu gıda ile ilişkilenmek olarak yeniden adlandırılmıştır.

Dilinizi özgürleştirin

S:141. Evcil olmayan hayvanlardan özgür ya da özgürce dolaşan hayvanlar diye sözedin. “vahşi” ya da “yabanı” hayvanlar diye değil. Hayvanların insanların eylemleri sonucu acı çekmesi ya da ölümünden söz ederken gerçekleri gözönüne seren acı verici derecede açık kelimeler kullanın. “ötenazi”, “uyutmak”, “kurban etmek”, “etkisiz hale getirmek” hayvanlar üzerinde araştırma yapanların (ve bazı hayvan ıslahatçılarının); “hastayı sürüden ayıklamak”, “hasat etmek”, “terbiye etmek”, “sürüyü seyreltmek” ya da avcıların, tuzakçıların ve benzerlerinin en sevdiği ifade edelerdir. Bu kelimeler öldürmek anlamına gelir, dolayısıyla öldürmek deyin. Suçlu insanlar insan olmayan hayvanlara uyguladıkları dehşet verici zulümlerin ve çağdışı sömürülerin üstünü yukarıdakiler gibi yanıltıcı hüsnütabirler ile örtmeye çalışırlar. Siz her şeyi olduğu gibi söyleyin ve başkaları böyle söylemediğinde onları düzeltin ki insanlar diğer hayvanlara çektirdiğimiz acının gerçek mahiyetinin sonuna kadar farkına varsın.

…Dil bizi et yemek gerçekliğinden uzaklaştırır, dolayısıyla et yemenin sembolik anlamını pekiştirir ki bu sembolik anlam tabiatı gereği ataerkil ve erkek odaklıdır. Et, asla görünmeyen ama daima orada olanın simgesi haline gelir: hayvanların ve dilin ataerkil denetiminin.

Yanlış Adlandırma

S:143. Kayıp gönderge sistemi; kendini uzaklaştırma, üstünü örtme, yanlış yorumlama ve suçu başkasının üzerine atma aracılığı ile hakimiyetini sürdürür. … Öldürülen, kesilen, kanayan domuzlardan, kuzulardan, ineklerden ve buzağılardan değil de etten bahsettiğimiz sürece gerçekliği maskeleyen dilin bir parçası oluruz.

Dil, hayvanları et ile ilgili bir tartışmada kayıp hale getirebilir; çünkü zaten öldürme ve doğrama eylemleri hayvanı ölüm ve parçalarına ayırma yoluyla çoktan yok etmiştir. Dil aracılığı ile hayvanların isimlerine, zaten bedenlerine uygulamış olduğumuz ilkeleri uygularız. Bir hayvan “et veren hayvan” diye adlandırıldığında yanlış adlandırma yapıyoruz demektir. Sanki et hayvanın kendisi değilmiş, et hayvandan ayrıştırılabilir ve hayvan hala mevcut kalabilirmiş gibi.

Et kavramını hayvanlarla ilgili düşüncelerden ayrıştırma arzusu, et kelimesinin hangi durumlarda hayvanın adına ekleneceğini belirleyen kullanım kalıplarında görülebilir; …Yeniden adlandırma değişmez bir kuraldır: kuzu eti ve tavuk eti “et” kelimesini düşürür ve inek eti etin elde edildiği bölgeye göre (gerdan vs.) ya da aldığı şekle göre (hamburger vs.) sayısız değişimden geçer. Bir hayvanı gıda olarak tanımlamak için mensubu olduğu türün adını kullandığımızda ise önündeki sayı sıfatını düşürerek hayvanı bireysellikten mahrum bırakırız: insanlar hindi yer, bir hindiyi yemez.

S:146. İnsanlara ölü hayvanları tükettiklerini hatırlatmak için vejetaryenler çeşitli gerçeklik ihlalcileri ve bilinç yükselticiler yaratır. Etten “saf protein”, “demir zengini gıda”, “hayat verici besin”, “leziz” ya da “kuvvet arttırıcı yiyecek” diye bahsetmektense, “ölü hayvanların kısmen yakılmış parçaları”, “katledilmiş insan olmayan hayvanlar” ya da Bernard Shaw’ın kelimeleriyle “hayvanların yanık cesetleri” diye bahsederler. Aynı Benjamin Franklin gibi balık tutmayı “tahriksiz cinayet” sayarlar ve Harriet Shelley gibi “cinayete kurban gitmiş tavuklar”dan bahsederler.

S:147. Ahlaki vejeteryanliği anlamak için öncelikle et yemeyi tanımlamamız gerekir. Et yeme Simone Weil’in güç tanımına tamamen uyar: “O kendisine tâbi olan herkesi bir şeye dönüştürendir.” Beyaz ırkçılığı beyaz olmayan insanlar için ne demekse, antisemitizm Yahudiler için ne demekse, homofobi gey ve lezbiyenler için ne demekse, kadın düşmanlığı kadınlar için ne demekse, et yeme de hayvanlar için o demektir. Bu grupların hepsi, kendilerini tamamen oldukları gibi, sahip oldukları haklarla kabul etmeyen, özümsemeyen bir kültür tarafından ezilmektedir. Yine de insanlara uygulanan bu baskı biçimleriyle bizim diğer hayvanlara uyguladığımız baskı arasında dağlar kadar fark vardır. Insanları tüketmeyiz. Diğer hayvanları ise tüketiriz. Et yeme hayvanlara uygulanan en baskıcı ve en kapsamlı kurumsallaşmış şiddettir. Buna ek olarak et yeme [diğer] hayvanları bir insanla ve tâbi kılmanın zeminini de hazırlar: Eğer onları öldürebiliyor, kesebiliyor ve tüketebiliyorsak (diğer bir deyişle tamamen ortadan kaldırabiliyorsak); pek tabii üzerlerinde deneyi yapabilir, onları tuzaklara düşürüp avlayabilir, sömürebilir ve fabrika veya kürklü hayvan çiftlikleri gibi onları tutsak eden ortamlarda yetiştirebiliriz.

Kaynaşık baskılar

S:151. Hayatımızı çoğunlukla ve kadınların etini tüketmeye bağımlı olarak sürdürürüz. Dişi tavukları yeriz; çünkü “erkek horozlar yumurtlamaz ve onların eti düşük kalitededir.” … Tavuklar ve inekler öldürülmeden önce ömürleri boyunca bizim için yumurta ve süt ürünleri üretir. Bu şekilde onların kadınlığını da sömürmüş oluruz. …Üzerine et olma kaderini yazdığımız bedenin metni, gerçekten kadın değilse bile, sembolik olarak kadındır

S:153. Kadınların ve hayvanların, adlandırmanın gücü aracılığıyla maruz kaldığı kaynaşık baskıların izleri, Tekvin’de anlatılan kadının ve hayvanın (yılanın) suçlandığı Cennetten Kovuluş hikayesine dek sürülebilir; Adem, hem Havva’yı (Cennetten kovuluş’tan sonra) hem de diğer hayvanları (Cennetten kovuluş’tan önce) adlandırma yetkisi ile donatılır. Adem’in ilk kez kadını ve hayvanları adlandırmasından itibaren, ataerkil kültür baskı uyguladıklarını kendisi adlandırmaya devam etme cüretini göstermiştir. Ikilik aracılığıyla steryotiplestirme hem kadınlarda hem de hayvanlarda ortaya çıkar: Ya iyi ya da kötülerdir; ya ilahi mükemmelliğin ya da şeytani tecessüdün amblemidirler; ya Meryem yada Havva, ya evcil ya vahşi hayvan, ya tatlı hayvanlar ya da pis hayvanlar… femme covert ve beste covert (evli kadın, evcilleştirilmiş hayvan) paralel yasal kategorilerini öğrenerek aile reisleri ve çiftçiler, dayak yiyen kadınlar ve batarya kafeslerdeki tavuklar arasındaki ilişkiye kafa yorarız.

susturulmuş sesler

S:156. vejetaryenler et yemenin meşruiyetini kabul eden bir hakim kültür içerisinde kendimi meramlarını anlaşılır kılma sorunuyla karşı karşıya kalır. Kendisi için ayrılmış kavramsal alandan yoksun bir anlamı tanıtmanın zorluğu antropolog Edwin Ardener tarafından bir tahakküm ve suşuturulma sorunu olarak kavramsallaştırılmıştır. Tahakküm-Susturulma teorisi vejetaryenlerin seslerinin hakim kültür tarafından neden duyulmadığını açıklar. Susturulmuş terimi dil ve iktidar meselelerini ifade eder. Elaine Showalter’in açıkladığı gibi susturulmuş gruplar inandıklarını hakim kültürlerin izin verdiği biçimlerde yaymak zorundadır. vejetaryenler ataerkil bir dünyada et yemeyi protesto edince susturulur. Çünkü hakim bakış açısına göre hayvanlar her dakika kafaya takacak bir olay değildir. S:159. vejetarenler dilin hakimiyetini silahsızlandırmaya çabaladıklarında Washington veya Lincoln gibi politik özgürleştirmeci olarak değil; aksine fazla seçici, müşkülpesent, hayata küsmüş, kendini beğenmiş, çıkıntı ve özellikle de duygusal görürler. Hayvanların öldürülmesine karşı çıkmak içlikle, çocuksu duygularla ya da Bambi ahlaki* ile bir tutulur. {Avcılığa karşı çıkanları küçümsemek için kullanılan, açıklaması (çizgi film karakteri) bambi’den yani olmak diye özetlenen söz} Bir adım daha ileri gidersek Bu karşı çıkış kadınsı görülür. Sonuçta vejetaryenliğin bir kadın projesi olarak görülegelmesine ve kadınların konumuyla bir tutulmasına şaşırmamak gerekir. Vejeteryanlere duygusal oldukları iddiasıyla yapılan saldırı hakim kültürün eleştirel söylemi nasıl saptırmaya çabaladığını gözler önüne serer. Brigid Brophy’nin yorumuna göre kendisi dışında birilerinin hakları olduğunu belirtmek duygusal olmak demek değildir… ‘Duygusal’ ithamı cani oldukları suçlaması ile karşılaşan insanların karşı saldırısıdır. Hayvanların yiyecek için öldürülmesine karşı çıkmanın duygusal bir tonda algılandığı için kadınsı veya kadın ı̇şi olarak karakterize edilmesi, tıpkı ataerkil bir kültürde kadınların susturulduğu gibi [vejetaryenliğin] susturulmasına katkıda bulunur.

Yeniden Adlandırma: Hayvanlaştırılmış ve Dişilleştirilmiş Protein

Proteinin hayvanlaştırılması kayıp göndergenin inşasında temel belirleyicidir. Eti tarif ederken kullanılan hayvanlaştırılmış terimi, kayıp göndergeyi, tartışmadaki yerine geri koymak amacına ulaşmayı sağlar. S:163.) Bunu yaparken et tüketmek için nasıl bir süreç kullanıldığının da hatırlatıcısı olur; hayvanların beslenmesi ve şişmanlaştırılması. Proteinin hayvanlaştırılması sürecinde hayvanlar, ulaşmak istediğimiz amaca giden yolda kullandığımız araçlara indirgenir. Bir kavram olarak bu proteinin hayvanlaştırılması, bunun, insanların protein alması için en usturuplu yol olduğunu ve hayvanların rolünün de bu protein üretmek olduğunu varsayar; ancak bir deyim olarak hayvanlaştırılmış protein, hayvanların et yemenin tanımının dışında bırakılamayacağında ısrar eder. Hayvanlaştırılmış proteinin hem doğal bir sonucu hem de başlangıcı olarak düşünebileceğimiz bir şey de dişilleştirilmiş proteindir: süt ve yumurta. Hayvanlar bu kez mandıra ürünlerinin üreticileri olarak yine amaçlarımıza ulaşma yolunda kullandığımız araçlardır. Arının bal yapması haricinde hala yaşıyorken kendi bedenlerinden besin üreten canlılar, süt ve yumurta üreten, doğurganlık çağındaki dişilerden başkası değildir. Dişi hayvanlar kadınlıkları üzerinden sömürülür ve sanki varlıklarının amacı buymuş gibi taşıyıcı annelere, süt annelere dönüştürülür. Insan olmayan bu hayvanlar Anne hayvanlar olarak sömürülür. Doğurganlıkları ve dolayısıyla üretkenlikleri bittiğinde kesilir ve hayvanlaştırılmış protein olurlar. Veganlar hem dişilleştirilmiş hem de hayvanlaştırılmış proteini boykot eder.

Yeni adlandırma: Vegan

1944’te Donald Watson tarafından ortaya atılan vegan kelimesi, vejeteryan sözcüğünün hakim kültür tarafından sulandırılmasının üstesinden gelir. Bir vegan yalnızca hayvanlaştırılmış ve dişilleştirilmiş proteinleri değil, hayvanların sömürülmesinden ortaya çıkan bütün ürünleri; örneğin kürkü, deriyi ve balı da reddeder. …Bu yeni adlandırma dişilleştirilmiş proteindeki sorunu yani dişi hayvanların, hem yaşarken hem de ölürken iki kat ezildiğini görür.

Yeni Adlandırma Dördüncü Aşama

ikinci dünya savaşından itibaren, hayvanlara muamele etmenin yeni bir biçimi evrilmiş ve örtük bir dille fabrika çifçiliği olarak adlandırılmıştır. Hayvanları bu yanlış adlandırılmış fabrika çiftliklerine hapseden gelişmeyi et yemenin 4. aşaması saymayı öneriyorum. Et yemenin 4. aşaması hayvanların hapsedilmesini içerir. 4. aşamada kişi başına en yüksek hayvanlaştırılmış ve dişilleştirilmiş protein tüketimi ile karşılaşırız. Hayvanlar i̇nsanların çoğunun gündelik deneyimlerinden ayrı tutulmuştur, en sonunda insanların önüne yiyecek olarak gelme kaderleri hariç. 4. aşamayla birlikte ne kadar proteine ihtiyacımız olduğunu düşünmektense, ne kadar et ve süt ürününe ihtiyacımız olduğunu düşünmeye başladık Bunun sebebi 20. yüzyılın ortalarındaki birkaç on yıl boyunca hayvanlaştırılmış ve dişilleştirilmiş proteinin dört temel yiyecek grubumuzun ikisi haline getirilmesidir. Et yeme aşamalarındaki değişimler bir kültürün kayıp gönderge sistemine bağımlılığının artmasından işaret eder. Ek olarak, et yeme aşamalarındaki değişimler (alternatif protein kaynaklarını anlamada başarısız olması sebebiyle) beyaz ırkçılığının kayıp gönderge sistemine giderek artan oranda dahil olmasına da delalettir. Eğer erkek egemenlik, erkeklerle kadınlar arasındaki birbirinin alternatifi olan ilişki biçimlerini beyaz ırkçılığı aracılığıyla ortadan kaldırıyorsa, beyaz ırkçılığı da hayvanlaştırılmış proteine sabitlenen ve 2. aşama kültürlerinin çoğunluğunun ayırt edici özelliği olan alternatif protein kaynaklarının kullanımını gölgeleyen bir tüketim biçiminin varlığını idame ettirir. Beyaz ırkçılığı, geçmişte veya günümüzde kadın merkezci olan ve hayvanlaştırılmış proteine tamamen bağımlı olmayan kültürleri tahrif eder.

Bölüm 4

Söz insanı yarattı

S:170. Bu bölüm vejetaryen sözlere kulak verip vejetaryen olanlar ile vejetaryen olmayan çoğunluk arasındaki diyalektiği konu alıyor. …Vejetaryen argümanı güçsüzleştiren büyük bir etken, vejetaryen fikirlerin tartışıldığı yer bir zamandır: sıklıkla akşam yemeği sofrasında, bir vejetaryenin genellikle kendisini azınlıkta bulacağı bir zamanda. Bu durum vejetaryenlik fikrinin hem ortamdaki etin mevcudiyeti hem de et yeme düşüncesi tarafından mağlup edildiği bir politik iklim yaratır. Bu mağlubiyetin belirleyicilerinden biri de kültürel bir bakış açısıdır; bunun bizim öykülerle ve onların tipik sonlarıyla ilgili düşüncelerimizle bağlantılı olduğunu iddia edeceğim. İnsanı sözün yarattığı düşüncesinin çeşitli anlamları vardır. İlk anlam belki de en aşikar olanıdır: Et yemekten vejetaryenliğe geçişin vejetaryen argümanları duymanın ya da okumanın sonucunda olması, vejetaryen sözün insan bünyesinde cisimleşmesini sağlar. Akşam yemeği sırasında et yemeği üzerine yapılan konuşmalar da başka bir şekilde sözün eti yaratmasına örnektir: Et yiyenlerin argümanları hayvan etinin gerçek anlamda mevcudiyeti tarafından desteklenir. Onların sözleri bu eti tasdik eder; et de bu sözleri pekiştirir. Son olarak, et yeme ve geleneksel anlatı yapısı arasındaki güçlükle fark edilebilen sımsıkı bağ sebebiyle öykülerdeki kelimeler ve öğünlerdeki etler birbirlerinin yerine geçebilir hale gelir.

Vejetaryen Karşı Çıkış Edebiyatı

Nihayetinde mevzubahis olan pek de görünmez olanın nasıl gönlünü kılınacağı değil; farklı bir toplumsal özne için görünümünü koşullarının nasıl üretileceğidir. Teresa de Lauretis … et yeme kültürünün vejetaryen yazıları nasıl karşıladığını çok iyi simgeliyor: oldukça iyi yazılmış olabilirler ama en nihayetinde anlamsızdırlar. Vejetaryenler, bakış açılarını çok çeşitli yollarla savunmalarına rağmen daima Et yeme! diyor gibi görünür. Et yiyenler bunun mantığını kavrayamaz; çünkü onlara göre mantık tanımının bir parçası et yemektir. Yine de vejetaryenler et yeme kültürü tarafından duyulacaklarına inanırlar.

Vejetaryen söz insanı yarattı

Çoğunluğun et yediği bir kültürde, vejetaryen olmanın neredeyse yegane yolu vejetaryenliğin olumlu bir açıdan bakılarak sunulduğu metinleri okumaktır. Esasında eski vejetaryen metinlerin nüfuzu, vejetaryen sözleri gerçek anlamlarıyla okuyan yeni vejetaryenler yaratır. Bugün çok sayıda insan vejetaryenlik fikriyle, vejetaryen sözleri okuma yoluyla değil, bir vejetaryenle vejetaryenliği tartışarak karşılaşıyor. Bu da genelde birlikte yemek yerken vuku buluyor. Ortaya çıkan şey vejetaryen sözün insanı yaratmasının tam tersi. Yemek vaktinde etin metinleri eş zamanlı olarak hem sohbetlere konu edilip hem de sofrada vücut bulduğunda, vejetaryenlar kendilerini bir savaş içindeki savunma düzeninde bulur.

Savaş Düzenine Sokulmuş Sohbetler

S:176. Bütün kadınların özgürlüğü adına sözcülük yapan tek bir kadın zavallı ve tecrit edilmiş bir yaratıktır… Herhangi bir tehdit oluşturmaz. Tek bir özgürleşmiş kadın gülünç bir tutarsızlık, gıdıklayan bir metadır; kolayca tüketilebilir. -Sheila Rowbotham Vejetaryenlik insanları konuşmaları için tahrik eder; ama et yemeyi onaylayan hakim bir söylem içerisinde kendi meramını anlaşılır kılamama sorunuyla yüz yüzedir. Vejetaryenlerin et yiyenlerle konuşurkenki ebedi kaygıları kendi inandıklarının kaderidir. Vejetaryenler ile et yiyenler arasında anlam çatışması yaşandığını tecrübe etmenin en olası olduğu yer yemek masasıdır. Vejetaryenlerin vejetaryenliklerinin tartışılması kaçınılmazdır. Eğer vejetaryenler kendi düşüncelerini (…) söylemeye gönüllü olmazsa bile sürekli kendi beslenme biçimlerini savunmak zorunda bırakılırlar. Etin tüketildiği bir durumda vejetaryenler kaçınılmaz olarak göze batar. Tabaklarında bir şeyi kasten eksik bırakmışlardır; belki sözlü bir itirazda bulunmaları da gerekmiştir. Ardından vejetaryenliklerine ilişkin bir tartışmanın içine çekilirler. S:178. Sıklıkla ortamda vejetaryenliğe karşı düşmanca hisler besleyen ve vejetaryenliği kendisine karşı kişisel bir meydan okuma sayan biri bulunur. Eğer durum buysa, ölçüsüz saldırılarla vejetaryen kişinin sabrı sınanır. Hevesli bir reformcu olan vejetaryen bunu bir eğitim imkanı olarak görür; ama durum böyle değildir. Aksine, suistimal amacıyla oynanan bir sataşma oyunudur. Kimi zaman aptalca sorular sorulur bu sorular tartışmanın tamamının aptalca olduğu imhasını taşır. Bu durum yalnızca reformcuyu tahrik edip savunmaya geçirmek için değil aynı zamanda vejetaryeni lafa boğarak yanlış soruları cevaplamak zorunda bırakmak için yaratılır. Buradaki söylem kalıbı, 1970’lerin başında feminizm hakkında yapılan akşam yemeği sohbetlerini andırmaktadır. Genellikle tanım soruları bir çoğunluktadır. feministler Sen de mi şu sütyen yakanlardansın? gibi feminizmi değersizleştiren sorularla cebelleşirken, vejetaryenler de kendilerini Sen de mi şu sağlık delilerindensin? ya da Sen de mi şu hayvanseverlerdensin? gibi değersizleştirmelere karşı tanımlamak zorundadır. Feministler Erkeklerinde özgürleşmeye ihtiyacı var yanıtı ile karşılaşırken vejetaryenler de Bitkiler de canlı önermesiyle karşı karşıya kalır. Kimi zaman meseleyi daha da saçma göstermek için bu yaklaşım şöyle ifade edilir: Peki yediğin marul ve domatesten ne haber Onların da duyguları var! Değersizleştirme yoluyla savunmaya geçirme çabası, ürkütücü reformları karşılamak için konuşmalarda kullanılan ilk hamledir. Bu hamle söylemin sınırlarını önceden belirler. … Bu soruları yanıtlamanın bir aydınlanmaya yol açacağını düşünen bir vejetaryen (Bitkiler de canlı diyene) neden yalnızca tabağımızdaki bitkileri yiyor olduğumuz için değil, asıl, biz onları ete dönüştürmeden önce çok daha büyük miktarlarda bitki tüketmiş olan otçul hayvanları yiyor olduğumuz için sorumlu hissetmemiz gerektiğini sabırla açıklayabilir. daha radikal bir cevap verilebilir: Katledilirken kan dökmesi gereken, hissedebilen bir canlı olan ineğin çektiği acının bu marulla eşit olduğu iddia edilebilir mi? Ancak eğer vejetaryen bu şekilde yanıt verirse agresif olduğu suçlamasıyla yeniden savunma konumuna itilecektir. Bir vejetaryen … için politik, kişisel, varoluşsal ve ahlaki açıdan önemli olan şeyler diğerleri için bir akşam yemeği eğlencesi haline gelir. Değersizleştirmeden sonra sıra, konunun meşruiyetine gelir. … vejetaryenlar şu soruyla karşılaşır: Etçil hayvanları da vejetaryen yapmak ister miydin? Ya kendi köpeğini? Ya bizim kedimizi? Vejetaryen, analizi ya da dönüşümü fazla ileri götürecek ve oturmuş ilişkilerin (etçil bir hayvan) kutsal doğasına müdahale edecekmiş gibi gösterilir. S:180. … masada herkes et yiyorken neden vejetaryen olduğu sorulan vejetaryenlar şunları düşünmelidir: Hayvanların öldürülmesine neden karşı çıktığını gerçekten bilmek istiyorlar mı ve benden başka herkes et yiyorken ne kadar detay verebilirim? Böyle zamanlarda karşılaşılanlar güçsüz kılma girişimileridir. Tehdit içeren şeyler (yani feminizm ve vejetaryenlik) yeniden tanımlanmalı, sınırlandırılmalı, güçsüz ve yetkisiz kılınmalıdır. Bir feministin cinsel şiddete yaptığı vurgu histerik, bir vejetaryenin hayvanların ölümüne yaptığı vurgu duygusal olarak yargılanır. Feministler de vejetaryenler de negatif olmakla suçlanırlar; çünkü ikisi de bir şeyden vaz geçilmesi gerektiğini söylüyor gibi görünürler (kadınsılığın en belirgin tuzakları; tabaktaki et.) Halbuki kendi perspektiflerinde pozitif olan seçimi vurgulamaktadırlar (kadınların kurtuluşunu ve özgürleşmesini arzulamak; sebzedeleri, tahılları ve meyveleri seçmek). Kimin feminist ya da vejetaryen olduğu can sıkıcı bir soru haline gelir; feminizmin ve vejetaryenliğin arkasındaki ilkeler ahlakçı olmaya indirgenir. Sanki bir et metninin önemli noktaları söylem düzeyinde yinelenmeliymiş gibi (et sözü yarattı) tavşana dönüşürsünüz, avcının sporu aklamak için ihtiyacı olan diğer kişiye. Size sataşılacak, önünüze yem atılacaktır. Siz artık inandıklarımız değilsinizdir. Bir avsınızdır. Öteki saldırır, geri çekilir. Bu etkileşim, sıradaki anekdot kadar küstah ya da saldırgan olmayabilir; ancak konuşma üzerindeki denetim meselesi benzerdir: Hayvansal gıdaların Ritson’da sebep olduğu ilahi dehşetin oldukça farkında olarak Leyden, sofradaki etin çok pişmiş olduğundan şikayet etti. Yine de söylemek gerekir ki diye yüksek sesle devam etti, “et hiçbir zaman az pişmiş olamaz ve en iyisi çiğ halidir.” Mutfağa kendisine bir tabak çiğ et göndermeleri için seslendi ve sos niyetine Pisagoryen’in bakışlarındaki muazzam kederi kullanarak hepsini erkek gibi yedi. (Erkek gibiye dikkat edin.) Konuşmanın denetimi tarafından yönlendirilen siz olsanız bile, sanki manipüle eden sizmişsiniz gibi görünürsünüz. Et yemeyi yeniden tanımlayan, sınırlayan, güçsüz kılan kişi sizsinizdir ve karşınızdaki et yemenin anlamının koruyucusudur. Etin yendiği bir akşam yemeğinde vejetaryenin konuşmasının kontrolünü yitirmesi şarttır. Kayıp göndergenin işlevi, özellikle de masadaki servis tabağında vücut bulmuş olduğunda kayıp kalmalıdır. Et ve hakkındaki sözler birbirinden ayrı tutulmalıdır. Et yiyenler bu noktada vejetaryenliğe taviz veremez; zira bu onların et metinlerine göbekten bağlıyken menülerini yeniden değerlendirmelerini gerektirecektir. Etin anlamı, her servis edildiğinde ve her yendiğinde yeniden üretilir. Genel olarak yiyecek ve özel olarak da et, kadın bedeni gibi görsel hazzın alanı ya da keyifle izlenen cazibedir. Vejetaryenlik yemeğin verdiği keyfin şu anki şeklini yok edeceğini ilan eder. Dolayısıyla vejetaryenlerin, et yiyenlerle birlikte yemek yerken söylemin biçimine karar veremeyeceği malumdur. Yine de, vejetaryenlerin, et yiyenlerle birlikte yemek yemesi de vejetaryenlerin tabaklarında etin yokluğunun bir tartışma çıkaracak olması da kaçınılmazdır. Bu durumda vejetaryenlik meselesi et yiyenler için yeni bir et biçimidir: Tuzağa düşürülecek ve parçalanacak bir şeydir, ölü bir meseledir. Vejetaryen sözler hayvan eti muamelesi görür. Bir yandan et metinlerinin kodlarının kırılması gerekirken, etin mevcudiyeti bunu imkansız kılar; çünkü et eski kodları maddeleştirir. Ayrıca, vejetaryen kişinin nesnelliğini koruyamadığı ithamı ile kınandığı yemek masasında aslında kimse nesnel falan değildir. Nesnellik noksanlığını karmaşıklaştırma, vejetaryenliğin et yiyenlerin karşısında i̇lk çıktığında muğlak bir şey olmasından ileri gelir: Etin yerini ne tutar ki? Nihai karmaşıklaştırma da et yiyenlerin bakış açısına ilham veren etin öyküsünün mevcudiyetidir. Etin öyküsü dediğimde, etin kabul edilebilir bir yiyecek olduğuna kanaat getiren dünya görüşüne atıfta bulunuyorum. Bu bakış açısı, aynı bir öykünün takip ettiği diziliş gibi çeşitli parçalardan müteşekkildir.

Etin öyküsü

S:183. Etin öyküsü, hikaye anlatıcılığnın yapısını takip eder. Alice B. Toklas yazdığı yemek kitabında Mutfakta Cinayet adlı bölümde hayvanların öldürülmesini ve pişirilmesini tarif etmek için bir dedektif öyküsü tarzını kullandığında bunu ima eder. Toklas yemek tarifleri aracılığıyla, etin metinlerine bağlı kalarak hayvanların ölümlerine münasip bir son sağlar; hayvan leziz ve yenilebilir bir şeye dönüşür. Hayata yaklaşımınızı belirleyen bazı inkar edilemez varsayımlar vardır: Öykülerin sonları, öğünlerin eti vardır. Gelin, bu savların birbirleriyle yer değiştirip değiştiremeyeceğini inceleyelim. Öykülerin eti (yani anlamı) ve öğünlerin sonunları vardır. Vejetaryenler eti öğünden çıkardıklarında, etin öyküsünün de sonunu çekip çıkarırlar. Vejetaryenler bertaraf etmeyi amaçladıkları bir yapı içerisinde yakalanmış olur. Et yeme deneyimimiz, öyküler hakkında hissettiklerimizden ayrılamaz. Biz hikayeler anlatan bir türüz. Hayata anlatı aracılığıyla anlam atfederiz. Tarihlerimiz de serim-düğüm-çözüm ortaya koyan öyküler gibi şekillenir; tiyatro oyunları ve romanlar, imgelememizi elbette ki bir başı ve bir sonu olan öykülerle canlandırır. Anlatı, tanımı gereği, çözüme yönelik ilerler. Öykü sonuçlandırıldığında ister komik, ister trajik olsun bir çözüm elde etmişizdir ve bize öykünün bir bütün olarak anlamına erişim imkanı tanınmıştır. Anlam, genellikle öykü tamamlandığı an kavranabilecek bir şeydir. Dedektif hikayeleri anlatıdaki kapanmanın (closure) örneğidir; çünkü hikayenin sonunda gerçekten kimin yapmış olduğunu keşfetme eylemi genellikle önceden vuku bulan her şeyin yeniden düzene sokulmasına sebep olur Kapanma, anlamın ifşa olmasını mümkün kılar ve anlamın kapanma aracılığıyla elde edildiği fikrini perçinler. Et yeme hayvanlara uygulanmış öyküdür, hayvanların varlığına anlamını verir. Böyle söylemek Roland Barthes’in savını gerçek anlamıyla okumak demektir: Anlatı Her şeyden önce devasa bir tür (genre) çeşitliliğidir ve türlerin kendileri farklı cisimler arasında dağıtılmıştır; sanki herhangi bir madde insanın öykülerini teslim almaya uygunmuş gibi. Hayvanların yaşamları ve bedenleri, insanın öykülerini teslim almayı uygun maddeler haline gelir: Söz ete dönüşür. …bir serim bölümü vardır; öykünün başlangıcının konumunu belirleyen köklerin doğru varsayılışı: Hayvanlara biz hayat veririz. Bu örnekte çatışmanın dramı işte burdadır: Hayvan ölür. Son olarak da kapanma gelir; dramı çözüme kavuşturan nihai özetleme: hayvanın tüketilmesi. Etin öyküsü kutsal bir tipoloji izler: bir tanrının doğumu, tanrının bedeninin parçalarını ayrılması ve tanrının yeniden dirilişi. Bu kutsal hikaye, etin tüketimi yoluyla elde edilen parçalarına ayırma ve yeniden dirilmenin anlamlarının dünyevi bir canlandırılmasına vesile olur. Öykü hayvanın doğumu ile başlar ki et yeme hayvanın bedenini gerektirmiyor olsa o hayvan hiç varolmayacaktır. Görmüş olduğumuz gibi Holcroft güncesine vejetaryenliğe karşı savını (et yeme kültürünün sayısız hayvana can verdiğini, dolayısıyla his miktarını arttırdığını) kaydeder Onunki et yemenin en sık yinelenen savunularından biridir. Bu savunmada iyi kalplilik mesajı öykünün başlangıcında verilir; çünkü hayvana yaşam lütfedilmiştir. … Onlara canı biz verdik ve sonradan alabiliriz, tam da en başta biz vermiş olduğumuz için. Öykünün başlangıcını, nasıl sonuçlanacağını dair sahip olduğumuz bilgiye dayanarak yorumlarız. Etini öyküsünün kavramsallaştırılması insanların iradesine yapılan sürekli atıflarla mümkündür; hayvanların varolmasına izin veririz ve hayvanların bizsiz var olamayacağına inanmaya başlarız. Etin öyküsündeki dalavere, failin yokluğunda ve kişisel seçim üzerindeki vurguda meydana gelir. Insani kesim tabiri ve parçalamanın telaffuz edilmekten kaçınılması, içinde et tüketen kişinin bahsi geçmeyen, özenle hazırlanmış bir kurnazlığa katkıda bulunur; çünkü öyküde faili yoksa ne bir sorumluluktan ne de bir suç ortaklığından bahsedilebilir. Et yiyenler edebiyat eleştirmeninin rolunü üstlenmek, trajedi olduğunu bildikleri şeye (hayvanları öldürme trajedisi) zorla olumlu bir yorum yüklemek zorundadır; ancak onların gördüğü gerekli bir trajedidir. Bunu, hayvanların yaşamlarını insan ihtiyaçlarına tabi kılan öyküyü yaratan dili ve anlamı manipüle ederek yaparlar. Etini öyküsü; yeniden adlandırma, nesnenin yeniden konumlandırılması ve yeniden doğum ihtiva eder. Üçüncü bölümde görmüş olduğumuz gibi, yeniden adlandırma sürekli meydana gelir. Et yemede kendimizi özne haline getirerek hayvanı özne olmaktan çıkarıp nesne olarak yeniden konumlandırırız. Hikaye ölümle değil, yeniden doğumda ve bizim yaşamlarımıza özümlenme ile biter; dolayısıyla et hayat verir. Et yemeyi tüketiciler olarak kabul ederiz; çünkü bu bizim bitmiş öykülerin tüketicisi olma rolümüzle örtüşür Öykü yalnızca kapanma ile çözüme ulaşır; et yalnızca et yeme ile anlamını elde eder ve ancak bu şekilde bütün et üretimi sürecine bir meşrulaştırma sağlayabilir. Etin kendisi (yani dişil varlığı) her öykünün sonunda meydana gelen kapanmayı temsil eder. Bu öyküye yönelik tehdit iki kaynaktan zuhur eder: vejetaryenlik ve feminizm. Vejetaryen bakış açısı faili tespit etmenin ve tüketicinin suç ortaklığını ifşa etmenin yolunu arar. Hayvanların ölümlerinin insan anlamlarına başvurularak bağışlanabileceği görüşüne meydan okur; dolayısıyla etin öyküsünü yarıda keser.

s:186. …Feminist yorumlamanın merceğinden bakarsak, hayvanın etin öyküsündeki konumunun, kadının geleneksel ataerkil anlatıdaki konumu olduğunu görebiliriz; o sahip olunacak nesnedir. Öykü prens prensesini bulduğunda biter. Bizim öykümüz erkek olarak tanımlanmış tüketici, kadın olarak tanımlanmış bedeni yediğinde biter. Hayvanların et yemedeki rolü kadınların anlatıdaki rolüyle paraleldir: Onlar olmadan ne etimiz ne de öykümüz olurdu. Onlar, özne gibi davranan diğerlerinin nesneleridir. Vejeteryanler kendilerini [öyküye] alternatif bir son sağlıyor gibi görür, hamburgerler yerine vegan burgerler sunar; ama aslında bütün bir anlatının içini boşaltıyorlardır. Hakim bakış açısıyla vejetaryenlik yalnızca eti eksik bırakan ve et aracılığıyla kapanmaya erişmeyi beceremeyen bir çözümsüzlük değil; aynı zamanda hiç bir anlamı olmayan ot gibi yaşamayı öneren bir edilgenliğin kabulü öyküsüdür. Bu noktada hiçbir yere gitmeyen ve hiçliği kabul eden feminist bir öykü gibi görünür. Etin öyküsü aracılığıyla söz bedenle buluşmuşsa, bir adım daha ileri giderek iddia edebiliriz ki beden metne eşittir, bir metin bir bedendir. Bu açıdan bakıldığında, bir hayvanı asıl halinden yiyeceğe dönüştürmek, bir metni asıl halinden daha ağza layık bir şeye dönüştürmeye paraleldir. Sonuç paramparça metinler ve paramparça ayrılmış hayvanlardır. Metis’in sesini etin cinsel politikasından azad etmek bunların ikisini de hatırlamayı gerektirir.

Ikinci Kısım: Zeus’un Midesinden

Bölüm 5: Paramparça Metinler, Paramparça Hayvanlar

Parçalarına Ayırmanın Tanımı

s:192. parçalarına ayrılmış hayvan derken neyin kastedildiği barizdir. Bu, onlardan yiyecek elde etme yolumuzdur. Metinlerin parçalarının ayrılması vejetaryenlik bakımından değişik şekillerde gerçekleşir: vejetaryenliği metinlerde görmezden gelerek, bahsi geçtiğinde vejetaryenliğin anlamını veya bağlamını yeterince ortaya koyamayarak, önemsiz addederek ve anlamını etin egemen söylemine bitiştirmeye zorlayarak. Eleştirel parçalarına ayırma feministler için önemli 1 sorundur. Edebiyat tarihinin, kadınların yazdıklarını yerleşik literatürün dışına iterek parçalama yaptığını öğreniriz. Ek olarak, bir metnin parçalarına ayrılma eylemi metin kültürel bağlamından koparıldığında gerçekleşir. Vejetaryenliğin varoluşunun yadsınmadığı durumlarda bile vejetaryenliği içeren metinler, ya vejetaryen kültüre gönderme yapmadan ya da yazarın konuyu ele alışına zemin hazırlayan vejetaryenliğin yarattığı olumlu iklimi görmezden gelerek yorumlanır.